“KEŞKE YAZMAZ OLAYDIN!”

“KEŞKE YAZMAZ OLAYDIN!”

Zeki Sarıhan

Barzani’nin Eylül ayı sonlarında Kuzey Irak Kürt Özerk Bölgesi için bağımsızlık referandumunda bulunacak olması, bu bölgenin kime ait olduğu konusunda yeni bir tartışmayı başlatacak gibi görünüyor Nitekim, milletlerin kendi kaderlerini tayin ilkesi gibi bir düşünceden yoksun, empati denen bir duygudan habersiz İslamcı bir yazar bu bölgenin Türkiye’ye katılmasını istemiş. Bu kararı bir halk oylamasında Barzani almalıymış. Gene de insaflıymış ki, “Yürüyün aslanlarım!” denerek bölgenin silah zoruyla Türkiye’ye ilhak edilmesini önermemiş. Bunu yıllardır dillendirenler de var…

Bugünkü Türkiye toraklarını az bulan burjuva veya feodal açgözlülük, komşularının topraklarını zorla veya çeşitli desiselerle ele geçirmeye çalışan eski köy mütegallibesi gibi hareket ediyor. Bunlar kâh jandarmayı, kâh tapu memurunu ele geçirirler, kâh yoksul ve güçten düşmüş bir köylünün bakımını üstlenerek köylülerin toprağını kendi tapularına geçirirler. Köyün muhtarı da zaten onların emrindedir.

Kuzey Irak’a el koymak isteyenlerin bir gerekçesi de vardır: Misak-ı Milli. Öyle ya, bu bölge Mondros Ateşkes Anlaşması ilan edildiğinde henüz İngilizler tarafından ilan edilmemişti ve Misak-ı Millî de milli sınırların ateşkes ilan edildiği zamanki işgal sınırı olacağını ilan etmişti. Ancak unutulmamalıdr ki, başka milletlerin de millî misakları vardı. Yahudiler için Vadedilmiş Topraklar, Yunanlılar İçin Büyük Yunanistan, Ermeniler için Büyük Ermenistan, Rusların Boğazları ele geçirme planları, Bulgarlarla Yunanlılar arasında paylaşılamayan Makedonya…

Ülkelerin bugünkü sınırları, millî arzularla güçlerinin kesiştiği bir denge ile belirlenmiş ve anlaşmalarla kayıt altına alınmıştır.

TÜRKİYE KUZEY IRAK’TAN NİÇİN VAZGEÇMİŞTİ?

Milli Mücadele başlarken Osmanlı egemenliğindeki topraklarının büyük kısmından vazgeçilmişti. Devlet, hem bunları geri alacak güçten yoksundu, hem de artık milletler çağına girilmişti. Her millet kendi geleceğine kendisi karar vermeliydi. ABD Cumhurbaşkanı Wilson’un Savaş’ın son yılında, barış şartlarını açıkladığı 14 maddelik bildirisi içinde Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerin Türkiye’ye bırakılması önerisi de Türkler tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı.

İstanbul’da hemen bütün gazetecilerin kurucu olduğu “Wilson Prensipleri Cemiyeti” kuruldu. Doğrusu Türkler vatanlarının parçalanmayacağı vaadi karşısında geniş bir nefes aldılar.

Ancak, Misakı Milli sınırları belirlenirken gene de işgal sınırını esas aldılar. Lozan’da da bunun mücadelesini verdiler. Ne var ki Kuzey Irak’ın Türkiye’ye ait olmasını İtilaf Devletlerine kabul ettiremediler. Zaten mütarekeden birkaç gün sonra İngilizler işgal sınırını aşarak Güneydoğu’ya sokulmuşlar, bir süre sonra da buradaki işgali Fransızlara devretmişlerdi. Ankara Hükümeti, Fransızlarla yaptığı Ankara Anlaşmasında bugünkü Türkiye-Suriye sınırını kabul etmiş, İngilizlerin elindeki Irak sınırı ise belirsiz kalmıştı. Ankara, İngilizleri Kuzey Irak’tan sıkıştırmak ve tavize zorlamak için buraya Özdemir Bey komutasında gerilla birliği sokmuşsa da bu birlik istenilen başarıyı sağlayamadı. Bölgede bir Kürt devleti kuruldu.

Başlangıçta İngilizler bu devleti tanıdılarsa da ardından dağıttılar, manda altında bir Irak devleti kurdular. Gene de Sevr Anlaşması’nda Türkiye’nin doğusundan küçük bir toprak parçasını da içeren özerk bir Kürdistan kurulması maddesi vardı.

Sevr, Türkiye’nin siyasi ve askeri zaferiyle onaylanmadan geçersizleşti. Ankara’nın delegeleri, Lozan’a giderken Kürdistan’ı Türkiye’ye katma umutları yoktu. Çünkü bura nüfusunun çoğunluğunu Kürtler oluşturuyordu ve Kuzey Irak Kürtlerinin ise Urfa, Maraş, Van Kürtlerinin aksine Türkiye’ye katılmak için gösterdikleri bir irade de ortaya çıkmamıştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Musul’un, Kerkük’ün, Süleymaniye’nin temsilcileri bulunmuyordu.

Türkiye’nin Lozan delegeleri, gene de Kuzey Irak’ı Müttefiklerden istediler fakat almayı başaramadılar. Konunun Milletler Cemiyeti’ne havale edilmesi gibi bir sonuçla yetinerek Ankara’ya döndüler. Bu delegeler, Meclis’te, Lozan’da varılan anlaşmayı açıklarken çok ter döktüler. Saatlerce, hatta günlerce süren tartışmalar sırasında hükümet, buranın Misak-ı Milli’ye dahil olmadığını ileri sürmek zorunda kaldı.

Mebuslardan Sırrı Bey (İzmit), Mustafa Kemal Paşa’ya karşı: “Paşa Hazretleri, Misakı Milli’yi bendeniz haddim olmayarak yazanlardanım” deyince Paşa ona şöyle seslendi: “Keşke yazmaya idiniz! Başımıza çok bela koydunuz. ” (Açık ve Gizli Oturumlarda Lozan Tartışmaları, Taha Akyol-Sefa Kaplan, İstanbul, 2013, Doğan Kitap, s. 394)

Kurtuluş Savaşı’nın askerî cephesi İzmir’in alınmasıyla sona ermiştir. Doğu Cephesindeki sınırlar daha önce çizildiği, Suriye sınırı da Fransızlarla yapılan anlaşma ile belirlendiği için Ankara mevcut sınırlarla yetinmek niyetindeydi. Orduyu Boğazlar bölgesine yönlendirmekle birlikte Boğazlar ve Trakya’nın barış yoluyla kazanılabileceğini fark etti ve bu konuda Fransızların arabuluculuğunu kabullendi. Nitekim Mudanya Ateşkes Anlaşmasıyla bu gerçekleşti. Mustafa Kemal Paşa, o zamana kadar olağanüstü önlemlerle silahlandırıp beslediği orduyu terhis etti.

Modern Türkiye tarihinde hükümetin imzaladığı en kötü anlaşmalardan biri Mondros’tur. Buna rağmen ne anlaşmayı imzalayan Rauf Bey, ne de onu kabul eden hükümet, bundan ötürü hücuma uğradı. Nedeni, anlaşmayı imzalamaktan başka çarenin olmayışıdır. Değilse düşman orduları başkente ve Anadolu’nun içlerine yürüyorlardı. Ordu bitmiş, halk bitkin düşmüştü. Fakat 1920 yazında Sevr’i imzalamamak mümkündü, çünkü millet ve ordu toparlanmaya başlamış, Ankara’da yeni ve diri bir hükümet kurulmuştu. Türkiye’nin kendisine destek olacak Müttefikleri de görülüyordu.

DİMYADA PİRİNCE GİDERKEN…

Kuzey Irak Türkiye’ye geçseydi iyi mi olurdu? Olmazdı. İyi ki Türkiye’nin eline geçmedi. Yoksa çok geçmeden Türkiye’den ayrılıp bir Kürt devleti kurma hareketi çok geçmeden başlar, bu durum yeni bir savaşın nedeni olur, başka devletlerin de müdahalesini davet ederdi ve Türkiye bu savaşı kaybederdi. Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimali vardı…

Mustafa Kemal Paşa’nın Sırrı Bey’e “Keşke yazmaz olaydın!” sözünün içeriğinde yalnız o zamanki sıkıntıların değil, bugüne uzanan gelecek öngörüsünün de payı olduğunu sanırım.
Bırakın bütün milletler, kendi sıcak yuvalarında istedikleri gibi yaşasınlar. Irak Kürtleri de.

Yavuz Sultan Selim döneminde yaşamıyoruz… (Ankara, 3 Eylül 2017)

 

Loading

Leave a Reply