MÜTAREKE İSTANBUL’UNDA ADALET…

MÜTAREKE İSTANBUL’UNDA ADALET…

 

Zeki Sarıhan

 

İngilizlerin İstanbul’u işgal ettiği yıllarda İstanbul’da da bir adalet mekanizması işliyordu. Bunun nasıl bir şey olduğunu yaşayanlar anlatmıştır. Bunlardan biri Falih Rıfkı Atay’dır. Atay o tarihlerde Akşam gazetesinin ateşli bir köşe yazarıdır ve Kuvayı Milliye taraftarıdır. İngilizler ise yurtseverlere göz açtırmamaya kararlıdırlar. Damat Ferit hükümetleri döneminde tutuklamalar, sorgulamalar, yargılamalar şiddetli bir hal almıştır.

 

Anadolu ile gizli temaslarda bulunan ve bu nedenle Harbiye Nezareti’nde kalan bir yüzbaşı bir gün Falih Rıfkı’ya:

İngilizler senin de adını hükümete verdiler. Tutuklanacaksın, Anadolu’ya kaçmanı düşündük, der.

Anadolu’ya nasıl kaçacağı konusunda ticaretle uğraşıyor görünen ama bu kaçırma işleriyle uğraşan Tolçalı Süleyman’ı görmesini öğütler.

Falih Rıfkı gidip onu görür. Varılan anlaşmaya göre Cumartesi günü Üsküdar’da bir adrese gidecek, teşkilatın adamlarıyla buluşacaktır.

İşin kötü yanı, Falih Rıfkı nikâhlanmak üzeredir. Kendi kendine bir sonraki Cumartesi günü Üsküdar’a gitmeye karar verir. Bir hafta gecikmeden ne olacaktır ki!

Fakat o hafta İngilizler teşkilatın bulunduğu yeri haber almışlar, basmışlardır. Kaçış yolu da kapanmıştır.

Teşkilat, bu baskın işinde Falih Rıfkı’dan kuşkulanır. Yoksa kendinden korkarak teşkilatı ele mi vermiştir!

Neyse ki Falih Rıfkı tutuklandığı için bu şüphe ortadan kalkar.

 

Çankaya adlı kitabında anlattığına göre tutuklanması şöyle olur:

Büyükada’dan sabahleyin kendisi gibi genç ve ateşli bir gazeteci olan Yakup Kadri ile birlikte iskeleye inerken karakolun önünden iki kişi peşlerine takılır. Vapurla İstanbul’a geçerler. Yakup Kadri İkdam gazetesine, Falih Rıfkı da Akşam’daki odasına gider. Biraz sonra hademe Polis Müdürlüğü’nden bir sivil memurun kendisini aradığını haber verir. İçeriye alınan memur:

  • Sizi Polis müdürlüğünden istiyorlar,

Polis müdürlüğüne varırlar. Oradan iki sivil polisle birlikte atlı bir arabayla Beyazıt’ta Harbiye Nezaretindeki Merkez Kumandanlığına giderler.

Biraz sonra arama yapmak üzere eve gidileceği haber verilir.

Ellerine kelepçe takmak isterler. Falih Rıfkı, ellerine kelepçe vurulacak ne gibi bir suç işlediğini düşünür. Nihayet bir gazete yazarıdır ve yazıları işgalcilerin hoşlarına gitmediği için tutuklanmıştır.

İlk defa isyan eder! Bir hayli tartışmadan sonra kelepçe takmaktan vazgeçerler. Harbiye Nezareti’nden çıktıklarında yanındaki subay der ki:

— Benim oğlumun arkadaşısınız. Sizinle mahsus ben gelmek istedim. Evinizde evrak aranacaktır. Ben sizi bir süre yalnız bırakacağım. Odanızda şüpheli bir şey varsa saklayınız.

Falih Rıfkı evinde toparlanması için bir süre yalnız bırakılır. Sağı solu araştırır. Yazılı evrakı gözden geçirir. Daha önce emrinde çalıştığı Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın veda mektubu eline geçer. Mektupta:

  • Verdiğim talimatlar dairesinde hareket edip… gibi bir cümle vardır.

Eyvah ki eyvah! Cemal Paşa ittihatçıların üç liderinden biridir ve mütareke ile birlikte yurtdışına kaçmıştır. Bulsalar asacaklardır! Bu mektup Falih Rıfkı’nın başını belaya sokabilir. Onu hemen ortadan kaldırır.

Subay odaya girer, bir şey almış görünmek için güya şüphelendiği bir iki önemli kâğıt alır. Çıkıp Merkez Komutanlığı’na dönerler. Akşamüstü Falih Rıfkı’yı Sultanahmet’teki hapishanenin tutuklu kısmına götürüp bir koğuşa bırakırlar.

 

ŞARK’IN HUZURUNU BOZMAKTAN…

 

Burası tıka basa insan doludur. Hava boğucu, yataklar tahtakurusu doludur. İlk geceyi daracık bir masa üstünde kâğıt falı açan dertlilerle geçirir. Kendisini çağırıp bir iki soru sorduktan sonra bırakacaklarını ummaktadır. Böylece ona bir gözdağı vermiş olacaklardır. Yakup Kadri’nin de biraz tutulup bırakılmasından cesaret almaktadır.

Sonradan öğrendiğine göre “Şarkın huzur ve sükûnunu bozmak” suçu ile hemen idam edilmek üzere yakalanması emredilmiştir. Divanıharp başkanı ünlü Nemrut Mustafa Paşa’ya havale olunan 50 kişilik liste içindedir.

Birkaç ziyaretçisi gelir. Siyasi nedenle hapse giren bir adamın birden bire ne kadar yalnız kalacağını ilk kez öğrenmektedir.

Gene sonradan öğrendiğine göre, Kuvayı Milliye tarafını tutanları sindirmek için bir hükümet adamı ile bir gazeteciyi aradan çıkarmaya karar vermişlerdir. Hükümet adamı eski İçişleri bakanlarından Ebubekir Hâzım Bey, gazeteci ise kendisidir. Ebubekir Hazım Bey’in suçu: İstanbul’un işgal edildiği 16 Mart 1920 günü Galata Rıhtımı’na yanaşan zırhlıyı göstererek vapur kamarasında bulunanlara:

  • Sanki bu toplar İstanbul’a ne yapar? demektir?

 

Ebubekir Hâzım Bey’le, Falih Rıfkı’yı tutuklu bulundukları hapishaneden alırlar. Harbiye Nezareti’ne götürürler. Süngülü muhafızlar arasında en tehlikeli yol kesiciler gibi muhafaza altındadırlar.

Sorguya çekilmek için doğrudan doğruya mahkeme karşısına çıkarılan Falih Rıfkı’nın karşısında pırıl pırıl üniforması içinde Divanı Harp Başkanı Nemrut Mustafa Paşa vardır. Sorularının özü şudur:

“Anadolu’da halkın canına, malına kıyan çeteler var. Kuvayı Milliyecilik etmekle bu çeteleri halkın canına, malına kıymaya teşvik ediyorsun. İşlenen cinayetleri nasıl bilmezsin?”

Sorguları bitince Falih Rıfkı, Ebubekir Hâzım Bey’e bir arabaya binerek dönme teklifinde bulunur. Tabii bunun için izin isteyeceklerdir.

Hâzım Bey der ki:

  • Hayır, yaya gidelim. Millet mazlumlarını görmelidir.

 

GÖZ GÖZE GELMEYELİM…

 

İftar vaktidir. Beyazıt ve Divanyolu’ndan Ramazan kalabalığı taşmaktadır. Fakat bu kalabalığın arasından geçerken sıkışıklık yaşanmaz. Çünkü süngüler arasında iki kişi gören herkes başını çevirerek bir yana kaçmaktadır.

Falih Rıfkı, kendini göstermek için kalabalığın içinden dimdik yürüyen ve yüzüne bir kahraman hali veren Hâzım Bey’in durumuna gülmektedir.

Sonradan öğrendiğine göre o kalabalığın içinde Falih Rıfkı’nın pek yakın dostu şair Yahya Kemal Beyatlı da vardır.

Yahya Kemal onları uzaktan görünce yanındaki arkadaşına demiş ki:

  • Aman şu sokağa sapalım!
  • Niçin?

— Falih Rıfkı’yı getiriyorlar. Göz göze gelmeyelim. Selam vermeye mecbur oluruz.

 

Falih Rıfkı cezaevinde 88 gün kalmış. İdam edilmek istendiğini bilmediği için tutukluluk hayatı basit sıkıntılardır. Bunlar hürriyetsiz ve güneşsiz kalmak, yatağının altındaki tahtayı ikide bir tahtakurularını öldürmek için gazla yakmak, ölüm mahkûmlarının acılarını görüp içlenmek gibi şeylerdir.

Atay, Çankaya kitabında, devrin zulmünü ve ruh halini gösterecek bazı olayları anlatıyor.

Koğuş karmakarışıktır. Bir akşam kulaktan kulağa bir fısıltı dolaşır:

  • Suikastçılardan altısı yarın sabah idam edilecekmiş!

Suikast davasından yargılananlar 12 kişidir. Altısı Polis müdürlüğünde, altısı tutukevindedir.

Sonra ikinci fısıltı dolaşır koğuşlarda:

  • Terziler aşağıda idam gömleği biçiyorlarmış!

 

Falih Rıfkı şöyle yazıyor:

“Demek bizimle birlikte olanlar idam edileceklerdi. Onlar bunu bizim bakışlarımızdan öğrendiler. Yüzleri soldu. İsli lamba ışığı altında ölülerin balmumu rengini bağladılar. Ellerine dokunsam belki soğumuşlardı bile… İdam mahkûmları ile bu akşam henüz yaşayan ve gün doğmadan ölecek olanlarla beraber ilk defa gece geçiriyordum. Hiçbir hastalıkları, hiçbir suçları olmayan, bırakılsalar yirmi otuz yıl daha ömür sürecek bu altı kişi, karılarının saçlarını bir kez daha koklamadan, analarının buruşuk ellerini ve çocuklarının taze yanaklarını bir daha öpmeden, boyunlarına ip takılıp bir sehpanın ayakları arasında sallanacaklardı.

Ne onlarla, ne kendi aramızda konuşabiliyorduk. Onlar da bize artık içinden çıkıp gittikleri bir âlemde kalmış yabancılar gibi bakıyorlardı.”

Bunlardan biri Enver Paşa’nın eski yaveridir. Yarı soyunup kollarıyla durmadan spor yapmaktadır. Acaba oynatmış mıdır?

Heyecanla sanki bir mucize bekleyerek sabahı ederler. Nihayet haber gelir: Polis müdürlüğündeki altı kişiyi asmışlardır. Onları tanımadıkları için koğuştakilerin yaşamasına sevinirler.

Falih Rıfkı, Enver Paşa’nın yaverine der ki:

— Dün gece yatağında spor yaparken acaba oynattın mı diye şüphelenmiştim.

Yok der, eski yaver. Neden oynatayım? Şehit olmak için kan akmalı. Kendimi, beni götürecek olanlarla boğuşmaya hazırlıyordum. Nasıl olsa vücuduma bir iki süngü saplayacaklardı. Sehpaya kanlı kanlı gidecektim.

 

Kaynak:

Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1969, s. 218-221.

 

Bütün Dünya dergisinin Eylül 2017 tarihli sayısında yayımlanmıştır. (9 Eylül 2017)

 

Zeki Sarıhan’ın diğer bir kısım yazıları için tıklayınız: www.zekisarihan.com

Loading

Leave a Reply