Vaazlar-4
DEVLETLER ÜSTÜNE
Zeki Sarıhan
(Bu vaazlar akla, mantığa, bilime aykırı görüşler içermez. Din, dil, ırk, mezhep ve cins farkı gözetmez. Kalp ve beyin sağlığına uygundur. Sorulara ve yorumlamaya açıktır.)
Ey insanlar,
Şu devlet dediğimiz kurum üzerinde biraz düşünmemiz gerekmez mi? “Biz onu tanıyoruz” mu diyorsunuz.
Gerçekten de bütün hayatımız boyunca bizi yakından ilgilendiren, varlığımızı çevreleyen kavramlardan biri: Devlet. Vergi alır, işten atar, gerçeğin sesi olan gazetecileri hapseder, yöneticilere mutlak itaat etmemizi ister, Allah’ın kendilerini desteklediğine inanmamızı ister.
Hangi ihtiyaçtan doğmuştur, ne zaman ortaya çıkmıştır? İnsanlık var olduğu sürece kalacak mıdır? Yoksa bir gün gelecek yerini başka örgütlenmelere mi bırakacaktır?
Devlet bin yıllardır var ve öyle gözüküyor ki daha uzun yıllar var olacak. Fakat o, bazılarının sandığı gibi kutsal bir kurum değil. İnsanlık tarihinin yüz binlerce yıllık evresinde yoktu. Belirli koşullarda ortaya çıktı ve o koşullar ortadan kalkınca da yok olacağı var sayılıyor.
Devlet bir örgütlenmenin adı. Onun için sanırım en gerçekçi tanımlama “Hâkim sınıfların diğer sınıflar üzerindeki baskı aracı” olduğudur. Bizler “hâkim sınıflar” kavramından başka türünü yaşamadığımız için hep zengin ve mülk sahibi sınıfları anladık. Ama emeğiyle yaşayan sınıflar da var ve onlar iktidara geldiğinde devlet bu kez sömürücü zenginler üzerinde baskı aracı haline gelecek. Bizde değilse de başka ülkelerde yaşanmışlığı vardır.
Devlet, sınıflarla birlikte ortaya çıktı. Sınıfların ortaya çıkmasıyla nüfusun büyük bir kısmi mülksüzleşti ve köleleşti. Devlet işte o tarihsel dönemde mülk ve iktidar sahiplerinin, mülksüzleri ve köleleri yönetmek için biçimlendi.
Düzeni koruyacak şu araçlara ihtiyaç vardı: Silahlı güçler (polis ve ordu), mahkemeler ve hapishaneler, bürokrasi ve tanrı krallar.
Düzene başkaldıranlar silahlı kuvvetlerle sindiriliyor, eğer öldürülmemişse yargılanarak hapse atılıyor, sürülüyor, kralın emrindeki memurlar vergi toplama işi başta olmak üzere devletin işlerini görüyordu. Dinin işlevi ise tanrı krala itaati gönül rızası ile sağlamaktı.
Tarih boyunca mülk sahibi zenginlerin devletlerinde bu temel kurumlar daime yerlerini korumuştur. Gene tarih ezilenlerin bu tip devletlere karşı başkaldırmalarıyla doludur. Roma’da Spartaküs ve Osmanlı’da Şeyh Bedreddin hareketi gibi.
Sınıflara dayanan zorlu mücadelelerin sonucu olarak devletin işlevi genişlemiş, kölelik kalkmış, vergi verenler bunun karşılığında devlette söz hakkı istemişler ve demokrasi dediğimiz kavram buradan doğmuştur. Devletin yurttaşlara karşı görevlerinin çapı, yurttaşların devlet karşısında gücüne bağlıdır. Devlet halktan aldığı vergilerin hepsini zenginlere aktarmaz. Bu bütçenin bir kısmı çeşitli hizmetler için halka döner. Ama bütçenin aslan payı daima devleti elinde bulunduran sınıflara aittir. Hakkını arayamayan veya koparamayan milletler, zengin sınıfların hatta tek bir kişinin sultası altında yaşamaya devam ederler. Dolayısıyla dünyadaki devletler çeşit çeşittir.
Emekçi sınıflar iktidarı ele geçirdiklerinde, ki gerçek demokrasi budur, kadarki gördükleri baskının aynısını zengin sınıflara uygulayacaklardır. Yalnız bunun içinde işkence ve kötü muamele olmayacaktır. Kimse aç ve açıkta da dalmayacaktır. Bu baskı sınıfsız toplumun kurulmasına kadar devam edecektir. O zaman artık ezen ve ezilen olmadığı için devlete de ihtiyaç kalmayacaktır. Bunun uzun bir zaman alacağı ortadadır. Çünkü ezen sınıfın fiziki varlığı sona erse de onun ideolojisi ve kültürü toplumun derinliklerinde yaşamaya devam eder. Hele dünyada emperyalizm ve kapitalizm varlığını sürdüğü müddetçe eşitlikçi devletin rehavete kapılması onun sonunu getirebilir.
İktidarı ele geçiren sınıflar, bir zaferin sonunda ganimetleri paylaşmakla uğraşan savaşçılar gibi davranırlarsa, yenilmiş olan sınıflar iktidarı yeniden ele geçirebilirler. Su uyur, sindirilmişler de olsa sınıflar uyumaz. Koskoca Sovyetler Birliğinde sosyalizmin yıkılıp kapitalizmin geri gelmesi, bu nedenledir. Son yüz yıldır Türkiye’deki iktidar değişikliğini de buna benzetebiliriz. Zaman ileriye doğru akıp gütse de milletlerin yolu mutlak olarak hep ileriye doğru seyretmezler. Eski zamanı geri getirmek de mümkün değildir. Toplumsal yaşam bir helezon biçiminde yükselir.
Günümüz Türkiye’sinde görev, yurttaşların kaybettikleri haklarını geri almak ve daha önce kazanamadıkları hakları elde etmek için mücadeledir. Bunu yaparken de daima daha güçlü bir bilinçle, daha büyük bir örgütlülükle halkın iktidarına hazırlanmalıdırlar. Ordu halkın ordusu olacaktır. Polis, halkın polisi olacaktır. Meclis, halkın temsilcilerinden oluşacak, Mahkemeler, halk düşmanlarını yargılayacaktır. Devlet, herhangi bir din, mezhep ve tarikatı tercih etmeyecek, yurttaşlar inançlarında tamamen serbest ve devlet karşısında bu bakımdan da eşit yurttaşlar olacaktır. (5 Nisan 2018)
zekisarihan.com